“Ne olmak istiyorsun?” Sorusunu çocukken hepimize sordular. Bazılarımız astronot olmak istedi, bazıları öğretmen, bazıları marangoz, berber, elektrikçi… Ama o yaşlarda kimse “Şu mesleği yapayım da ailemin soyadını devam ettireyim.” Demezdi. Çünkü çocukken içimizden geçen ses daha gürdü. Şimdi o ses, bastırılmış bir fısıltıdan ibaret.
Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşım anlattı. Küçüklüğünden beri elektrikçi olmak istiyormuş. Devrelerle, kablolarla oynamayı seven birisiymiş. Fakat ailesi onu, aile geleneğini sürdürecek diye hukuk fakültesi okumaya zorlamış. “Bizim ailede herkes avukattır.” Denmiş, “Elektrikçi mi olacaksın şimdi?” Diyerek hayalleri küçümsenmiş. Oysa belki o, yıllar sonra kendi dükkanını açacak, onlarca genci çırak alacak, belki daha sürdürülebilir kılacak yeni bir sistem geliştirilecekti. Ama susturuldu.
İşte bu noktada sormak gerek: Meslek mi insanı değerli kılar, yoksa insan mı mesleğini?
Toplum olarak bazı mesleklere haddinden fazla yük bindiriyoruz. Doktor, avukat, mühendis olunca gurur duyuyoruz ama iyi bir kaynakçıya, iyi bir fırıncıya, iyi bir temizlik görevlisine ayni saygıyı gösteremiyoruz. Oysa mesele “ne” olduğun değil, “nasıl” olduğundur. İşini layığıyla yapan bir çöp toplayacısı, ilgisiz ve özensiz bir doktordan çok daha kıymetlidir. Çünkü işini özensiz yapan bir cerrahtan, sabah sokakları tertemiz yapan bir temizlik işçisi çok daha faydalı olabilir bu topluma.
Toplum olarak hep “doktor ol, mühendis ol, avukat ol.” Dedik. Ama hiç “iyi bir insan ol, iyi bir işçi ol, işini layığıyla yap, sev.” Demedik. Bu yüzden mutsuz mühendislerimiz, ilgisiz öğretmenlerimiz, korkutucu doktorlarımız mevcut. Oysa bir marangoz düşünün, yaptığı her sandalyeye ruhunu katan. Bir fırıncı düşünün, her sabah sokakları ekmek kokusuyla uyandıran. İşte o insanlar, toplumun görünmeyen omurgalarıdır. Hiçbir meslek “küçük” değildir; küçültülen yalnızca bakış açımızdır.
Gençlerin ne istediğini dinlemek zorundayız. Çünkü onlar sadece birey değil, geleceğin iş gücü, toplumu taşıyan direkleridir. Bir gencin sevmediği bir işi ömür boyu yapması, ona ruhsal bir pranga takmak gibidir. İstemediği bir hayatın sabahına uyanmak, istemediğini bir ömre boyun eğmektir. En kötüsüde budur: Kendi hayatını değil, başkalarının hayalini yaşamak.
Eğer bir genç marangoz olmak istiyorsa, ona destek olunmalı. Eğer biri sanatla, diğeri elektrikle ilgilenmek istiyorsa, onların hayallerine ortak olunmalı. Çünkü dünya, doktorlara da ihtiyaç duyar; ama onlara elektrik ulaştıran elektrikçilere, onların binasını yapan inşaat işçilerine, sabahın ilk ışıklarında çöpleri toplayan emekçilere de ihtiyaç duyar.
Unutmayalım: Ne iş yaparsan yap, iyi yap. Dürüst yap. Hakkıyla yap. Sevgiyle yap.
Küçük görülen bir iş, büyük bir yürekle yapıldığında, koca bir toplumu taşır.