‘Haklarımız için ses yükseltelim’

10 Aralık 2025 Çarşamba 18:23

10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nde Mersin’den; “Eşitlik, adalet ve barış talebimizi bir kez daha güçlü biçimde dile getiriyoruz. Hakların korunması ve geliştirilmesi için ortak sesimizi yükseltmeye çağırıyoruz” mesajı verildi.

HEDİYE EROĞLU

 

İnsan Hakları Derneği (İHD) Mersin Şubesi, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nde bir dizi etkinliğe imza attı. İlk olarak Özgür Çocuk Parkında bir basın açıklaması yapan dernek üyeleri,”Barış” çağrısında bulundu.

Açıklamayı okuyan İHD Mersin Şube Eş Başkanı Zeynep Kay, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edilişinin 77. yılının kutlandığını belirterek, “Tüm insanların onur ve haklarda eşit olduğu bilinciyle, eşitsizlik, adaletsizlik, yoksulluk, ayrımcılık ve savaşa karşı, ısrarla barış, demokrasi ve insan hakları değerlerini savunuyoruz!” dedi.

 

İNSAN HAKLARI BİLDİRGESİ 77 YILDIR İNSANLIĞIN YOLUNU AYDINLATIYOR

Kabul edilişinin 77. yılında bildirgenin çağın en önemli kurucu sözleşmesi olarak insanlığın yolunu aydınlatmaya devam ettiğini dile getiren Kay, “30 maddeden oluşan Evrensel Bildirge, Birleşmiş Milletler (BM) bünyesinde yürütülen uzun çalışmalar sonucunda 10 Aralık 1948 tarihinde Paris’te toplanan BM Genel Kurulu tarafından kabul ve ilan edilmişti. Türkiye de Evrensel Bildirgeyi 27 Mayıs 1949 tarihli Resmi Gazete’de yayınladı ve Bildirge yürürlüğe koyuldu. İki yıl sonra BM Genel Kurulunca, 1950’de ‘10 Aralık’ı ‘Uluslararası İnsan Hakları Günü’ olarak ilan edildi.

BM, İkinci Dünya Savaşı’nın yol açtığı ağır insani yıkımın bir daha asla yaşanmaması için, barış, insan hakları ve demokrasi ideallerine dayalı uluslararası bir sistem oluşturma hedefiyle inşa edildi. Evrensel Bildirge de bu sitemin kurumsallaştırılmasında, insanlığın haysiyet, eşitlik ve adalet arayışında temel ve vazgeçilmez bir yere sahip. Fakat bugün Güçlü devletlerin çıkar ilişkilerine dayalı oluşturdukları askeri ve ekonomik birliktelikler, sürdürülen savaş politikaları, başta Ortadoğu, Ukrayna ve Afrika’da olmak üzere küresel çapta halkları temel hak ve özgürlüklerini kullanamaz hale getirmiş, büyük bir insani krize yol açıyor. BM, küresel boyutta yaşanan her türden ayrımcılık, eşitsizlik ve adaletsizliği, bunların yol açtığı derin yoksulluk ve yoksunluğu, yaşamın varlığını tehdit eden ekolojik yıkım ve iklim değişikliğini sonlandırmada yeterince etkin olamıyor. Özellikle devletlerin demokrasi ve hukuk taahhüdünden giderek uzaklaşmaları, başta Evrensel Bildirge olmak üzere uluslararası insan hakları sözleşmelerinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmekten kaçınmaları, insanlığın en önemli kazanımlarından birisi olan insan haklarının hem bir referans sistemi hem de bir denetim mekanizması olarak zayıflamasına, küresel insan hakları rejiminin ağır bir kriz içine girmesine yol açıyor” dedi.

 

“EŞİTLİK, ÖZGÜRLÜK, BARIŞ İSTEYENLERE ŞİDDET DAYATILIYOR”

Tüm bu olumsuzluklara karşın dünyanın her yerinde halkların; eşitlik, adalet, özgürlük, barış ve insan hakları talepleriyle itirazlarını yükseltmeye devam ettiğini vurgulayan Zeynep Kay, devletlerin ve hükümetlerin bu itirazlara yanıtının ise şiddetin her türünü sistematikleştirip yaygınlaştırma ve hayatın tek gerçeği olarak toplumlara dayatma olduğunu kaydetti.

“Bu kriz hali Türkiye’de de tüm yoğunluğu ve ağırlığı ile yaşanıyor” diyen Başkan Kay, “Ülke, 2016 yılından bu yana önce doğrudan, 19 Temmuz 2018 tarihinden itibaren de resmen kaldırıldığı söylense de yapılan pek çok düzenleme ile kalıcılık/süreklilik kazandırılan bir OHAL rejimi ile yönetiliyor. Özellikle bir yönetim tekniği olarak başvurduğu kuralsızlık, keyfilik ve belirsizlik yaratma gücü, siyasal iktidara erkini daha da merkezileştirme, toplum üzerindeki baskı ve kontrolünü arttırıyor.

 

“2025 YILINDA DA TÜRKİYE’NİN EN BAŞAT İNSAN HAKLARI SORUNU OLDU”

Anayasa’nın ve evrensel hukukun mutlak olarak yasaklamasına ve insanlığa karşı bir suç olma vasfına rağmen işkence olgusu 2025 yılında da Türkiye’nin en başat insan hakları sorunu oldu. Resmi gözaltı merkezlerinin yanı sıra kolluk güçlerinin barışçıl toplantı ve gösterilere müdahalesi sırasında, sokak ve açık alanlarda ya da ev ve iş yeri gibi mekânlarda, yani resmi olmayan gözaltı yerlerinde ve gözaltı dışındaki ortamlarda yaşanan işkence ve diğer kötü muamele uygulamaları, yeni bir boyut kazandı. Denilebilir ki baskı ve kontrole dayalı yönetme tarzı sonucu günümüzde tüm ülke adeta işkence mekânı haline geldi. Başta Van Belediyesi’ne kayyım atanması ve 19 Mart 2025 tarihinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın tutuklanması sonrasında yaşananlar olmak üzere birçok kamuoyu tepkisine karşı iktidarın yaklaşımı bu tespitin somut birer örneğini oluşturuyor. Nitekim kentimizde Akdeniz Belediyesine kayyım atanmasından sonra kamuoyu tepkisine karşı kolluk kuvvetlerinin görüntülere yansıyan işkence görüntüleri de çarpıcı örneklerdendir” diye konuştu. 

 

“HUKUKUN BASKI VE SİNDİRME ARACI OLARAK KULLANILMASI SONUCU HAPİSHANELER TIKA BASA DOLU DURUMDA”

Zeynep Kay, devletlerin insan haklarına yönelik saygısının dolayımsız göstergesi olan hapishanelerin, bugün Türkiye’de siyasal iktidarın hukuku bir baskı ve sindirme aracı olarak kullanmasının sonucunda tıka basa dolu durumda olduğunu bildirdi.

Hapishanelerin yaşam hakkı ihlalinden işkenceye, sağlık hakkına erişime kadar ağır ve ciddi ihlallerinin yaşandığı mekanlar olduğunu savunan İHD Şube Başkanı Kay, “Yaklaşık 4 bin 000 kadar olan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası hükümlüsünün bir gün salıverilme ihtimali yok, yani ‘umut hakkı’ tanınmıyor. İmralı Hapishanesi başta olmak üzere tek kişi ya da küçük grup izolasyonu/tecrit uygulamaları çözülemeyen kronik bir soruna dönüştü. Özellikle mimari yapısı ve gündelik uygulama rejimi ile tecrit/izolasyon koşullarını daha da ağırlaştıran, kamuoyu tarafından ‘kuyu tipi hapishaneler’ olarak adlandırılan Yüksek Güvenlikli, S ve Y Tipi hapishaneler derhal kapatılmalı.

 

“ARTIK GAZETECİLER HABERLERİNİ HAPİSHANELERDEN GÖNDERMEKTE”

Siyasal iktidarın, demokratik toplumun can damarlarından birini oluşturan düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik kısıtlamaları, özellikle de basın ve insan hakları savunucuları üzerindeki kaygı verici boyutta artan baskı ve kontrolü hiçbir şekilde kabul edilemez. Maalesef artık bu ülkede gazeteciler haberlerini hapishanelerden göndermektedir. 

2025, bir önceki yıl gibi toplantı ve gösteri yapma özgürlüğü açısından kısıtlama ve ihlallerin kural, özgürlüklerin kullanımının ise istisna olduğu bir yıl oldu. Yıl içinde her toplumsal kesimden kişi ve grup; iradeleri yok sayılarak belediyelerine kayyım atanmasını protesto eden Akdeniz ve Van halkı, keza belediye başkanları tutuklanmasını protesto eden İstanbul halkı, 8 Martta sokağa, özgürleşmeye çıkan kadınlar, 1 Mayısı Taksim Meydanında kutlamak isteyenler, eşit yurttaşlık ve onur mücadelesi veren LGBTİ+’lar, sokak hayvanlarının yaşamını korumaya çalışan hayvan hakkı savunucuları, Gazze‘deki soykırımı protesto edenler, havasına, suyuna, zeytinine sahip çıkmak isteyen yaşam savunucuları, ekmek, güvenceli iş ve sendikal hakları için mücadele eden işçiler, gençler ve öğrenciler mülki idare amirlerinin yasakları ve/veya kolluk güçlerinin fiili müdahaleleri sonucunda toplanma ve gösteri yapma özgürlüklerini kullanamadılar.

 

“TÜRKİYE’DE YURTTAŞLAR, ÖRGÜTLENME ÖZGÜRLÜKLERİNİ KULLANAMIYOR”

Türkiye’de yurttaşlar, toplu olarak bir araya gelip eyleyemedikleri ve düşüncelerini açıklayamadıkları için örgütlenme özgürlüklerini de kullanamıyor, müşterek geleceklerini şekillendirmek üzere sivil ve siyasal alana örgütlü olarak katılamıyor. 2025 yılında insan hakları örgütlerinin, dernek, vakıf, emek ve meslek örgütleri ile siyasi partilerin çok sayıda üye ve yöneticisi gözaltına alındı, tutuklandı, haklarında açılan davalar ile üzerlerinde baskı oluşturulmaya çalışıldı. Seçmen ve yurttaş iradesinin gaspına dayalı, hukukun üstünlüğü ilkesine, insan hakları ve demokrasi değerlerine tümüyle aykırı bir yerel yönetim rejiminin ifadesi olan kayyım atamaları aynı zamanda örgütlenme özgürlüğünün de ağır ihlalidir” şeklinde konuştu.

 

“KÜRT MESELESİ, TÜRKİYE’NİN DEMOKRATİKLEŞMESİNİN ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK ENGELLERDEN BİRİDİR”

Açıklama metnin devamında Kürt sorunu ve Terörsüz Türkiye sürecini de değerlendiren Zeynep Kay, şunları söyledi: “Kürt meselesi, Türkiye’nin demokratikleşmesinin önündeki en büyük engellerden biridir. 1 Ekim 2024 tarihinden bu yana bu meselenin müzakereye dayalı, barışçıl ve demokratik çözümüne olanak sağlayabilecek bir süreç başladı. Kürt meselesi nedeniyle 40 yıldan uzun bir süredir yaşanmakta olan ve ağır toplumsal bedellere mâl olan çatışma ve şiddet ortamının son bulmasına yönelik atılacak her adım hayatî öneme sahip. Çünkü, böylelikle yeni can kayıpları önlenecek, insanların yakınlarının yaşamlarına dair duyduğu derin endişe ve korkular son bulabilecek. Çatışma ve şiddet ortamının son bulması, aynı zamanda sözün alanını genişletip etkinliğini artıracağı için Kürt meselesinin şiddeti dışlayan yöntemlerle çözümüne ve adil bir barışın tesisine imkân sağlayacak.

 

“KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ ‘DEMOKRATİKLEŞME PROGRAMI’ İLE MÜMKÜN”

Yıllardır ısrarla vurguladığımız gibi Kürt meselesi, ekonomik, sosyal, kültürel, siyasal ve hukuksal boyutları olan ve çok özet bir ifadeyle kimlik ve kültürel haklar başta olmak üzere Kürtlerin temel hak ve özgürlüklerinin eşitlik temelinde teminat altına alınmasına da referansları olan siyasal ve toplumsal bir mesele.

Dolayısıyla da bu meselesinin çözümü, her türlü araçsallıktan uzak, demokrasiyi kendi başına değer olarak kabul eden bir yaklaşımla oluşturulacak bir ‘demokratikleşme programı’ ile mümkün. Ancak böylesi bir program, temel hak ve özgürlüklerin teminat altına alınmasının kimsenin onayına tabi olmadığı fikri üzerine inşa edilmelidir. Çünkü haklar, ayırımsız her yurttaşın insan onuruna yaraşır biçimde eşit olarak yaşayabilmesinin ilke ve normlarını oluşturur. Bütünsel ve devredilemezdir. Bizler bugün insani kriz ve savaşların egemen olduğu bir dünyada yakalanmış olan ‘barışı konuşmak/müzakere etmek’ gibi bir fırsatın tarihsel ve toplumsal olarak en iyi şekilde değerlendirilmesini arzu ediyoruz. Ancak, siyasal iktidarın, ayrımcılığı ve ırkçılığı yaygınlaştırarak toplumu kutuplaştıran, ekonomiden toplum sağlığına kadar ülkenin tüm meselelerini güvenlik sorunu haline getiren, gerek ülke içi gerekse uluslararası sorunların çözümünde çatışma ve şiddeti esas alan politikalarına devam ettiği görülüyor. Eğer sadece niceliksel bir oy hesabıyla hareket edilmeyecekse ve niteliksel bir anlaşma hedefleniyorsa, konuşmanın/müzakerenin çerçevesi ortak olmalı. İnsanlığın en büyük birikimi, yani insan hakları değer ve ilkeleri anlaşma hedefli her türlü kamusal müzakerenin hazır çerçevesidir.”

 

“YÜZLERCE KADIN ERKEKLER TARAFINDAN ÖLDÜRÜLDÜ, LGBTİ+’LAR AYRIMCI, FOBİK VE NEFRET İÇERİKLİ SALDIRILARA MARUZ KALDI”

Kadın ve LGBTİ+’lara yönelik şiddete de tepki gösteren Say, 2025 yılında da kadınların ve LGBTİ+’ların toplumsal yaşamın her alanında maruz kaldığı ayrımcılığı önlemeye yönelik yasal ve fiili hiçbir iyileşme sağlanamadı. Yine yüzlerce kadın erkekler tarafından öldürüldü, LGBTİ+’lar ayrımcı, fobik ve nefret içerikli saldırılara maruz kaldı. Kadın ve LGBTİ+ hakları için yapılan barışçıl toplantı ve gösteriler yasaklandı, şiddet uygulanarak müdahale edildi, yüzlerce kadın ve LGBTİ+ işkence ve diğer kötü muamele ile gözaltına alındı. Kadınların ve LGBTİ+’ların kazanımlarını geri alacak, hak ve özgürlüklerini daha da kısıtlayacak yasalar çıkarılmak istendi.

 

“SIĞINMACILAR AYRIMCILIĞA, İSTİSMARA UĞRUYOR”

Artık Türkiye toplumunun bir parçası, asli unsuru haline gelen mülteciler/sığınmacılar, hala her türlü ayrımcılığa ve istismara, nefret söylemine ve ekonomik sömürüye yoğun bir şekilde maruz kalıyorlar. Ülkede yaşanmakta olan ağır krizin fiziksel, ruhsal, sosyal ve ekonomik tüm sonuçlarından en derin şekilde etkilenen mülteciler/sığınmacılar, ne yazık ki 2025 yılında da toplum açısından görmezden gelinen, hatta gözden çıkarılan hayatlar oldular.

 

“EMEKÇİLERİN HAK ARAMA EYLEMLERİ YASAKLANMAMALI, SENDİKALAŞMA, GREV VE TOPLU SÖZLEME HAKKI GÜVENCE ALTINA ALINMALI”

Türkiye uzunca bir süredir Cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik krizini yaşıyor. Yıllardır uygulanan borçlanmaya dayalı neoliberal ekonomi politikalarının, savaş ve çatışma harcamalarının sebep olduğu ekonomik kriz ve derin yoksullaşma, yurttaşların hem biyolojik hem de sosyal yaşamlarını sürdürülebilmelerini tümüyle imkânsız kılan ağır insan hakları ihlalidir. Hayat pahalılığı, işsizlik, yoksulluk, güvencesizleşme ve örgütsüzleşme en çok kadınları, çocukları ve mültecileri/sığınmacıları vuruyor. Bu koşullarda işçi ve emekçilerin kıdem tazminatı gibi kazanılmış haklarına dokunulmamalı, enflasyon rakamları manipüle edilmemeli ve iş cinayetleri önlenmelidir. İşçi ve emekçilerin hak arama eylemleri yasaklanmamalı, sendikalaşma, grev ve toplu sözleme hakkı güvence altına alınmalı.

Son söz olarak; hep vurguladığımız gibi, var oluş nedenleri hak ihlallerinin son bulduğu, adalet, barış ve demokrasinin tesis edildiği bir ülke ve dünyaya ulaşmak olan bizler, dün olduğu gibi bundan sonra da tüm zorluklara karşın ihlalleri belgeleyip, raporlayarak görünür kılmaya, böylelikle önlemeye, cezasızlıkla mücadele etmeye ve insan haklarının kurucu değerlerine kararlılıkla sahip çıkmaya devam edeceğiz. İnsan Haklarıyla İnsandır… Görüyoruz, susmuyoruz, mücadele ediyoruz...” ifadelerini kullandı.