Ekmen’den iktidara tepki: ‘Bu bütçe, ülkeden kaçıran bütçe’

22 Aralık 2025 Pazartesi 18:01

Mersin Milletvekili Ekmen, “Bu bütçe emekliyi yok sayan, asgari ücretliyi ezen, çiftçiyi toprağa küstüren, gençleri ülkeden kaçıran bir bütçedir” dedi.

Haber Merkezi

 

DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve Mersin Milletvekili Mehmet Emin Ekmen, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nda 2026 Yılı Bütçesinin kapanış konuşmasında söz aldı.

Bütçenin, milletin bütçesi olmadığını vurgulayan Ekmen, “Bütçe, rakamlardan oluşan soğuk bir tablo değildir; bu bir tercih belgesi, niyet beyanıdır. Bu bütçe bir vazgeçiş metnidir; emekliden vazgeçişin, çiftçiden yüz çevirişin, genci umutsuzluğa terk edişin, reel sektörü yok sayışın, Sayıştay, TMSF, Varlık Fonu üçlemesiyle denetim ve şeffaflığın sona erişinin ama öte yandan, faiz lobilerine, kur koruma vurguncularına ve şatafat tutkusuna kapıları sonuna kadar açışın bir ilanıdır” dedi.

 

“BÜTÇEDEKİ FAİZ HARCAMALARI SANAYİYE AYRILAN BÜTÇENİN TAM 15 KATI”

Ekmen, “Bütçedeki faiz harcamaları sanayiye ayrılan bütçenin tam 15 katıdır. 2027-28 dönemleri için ise sanayi desteklerinde bir artış öngörülmemektedir. Reel sektörün 185 milyar dolarlık döviz açığına karşılık destek amacıyla ayrılan miktar bunun on sekizde 1'i yani 10 milyar dolardır. 2025'te imalat sanayisinin millî gelir içerisindeki payının yüzde 21,5 olacağı var sayılmış iken bu gerçekleşme %16,5'te kalmıştır. 2028 tahminî bile üç yıl önceki gerçekleşme civarındadır, %18 olarak kayda geçmiştir. Üretmeyen ve üretimi desteklemeyen bir Türkiye'nin küresel rekabette şansı yoktur. Sanayi Bakanlığının toplam bütçesinde bölgesel kalkınmaya ayrılan pay 47 milyar olup toplam bütçenin sadece %3'üne karşılık gelmektedir. Türkiye gibi bölgeler arası kalkınmışlık farkının son derece derin olduğu bir ülkede bu rakam yetersizdir. Birçok ilimizde gelir düzeyi düşük, istihdam olanakları sınırlı, sanayi altyapısı zayıf ve kamu yatırımları yetersizdir. Sanayi Bakanlığının SEGE 2025 Raporu dahi bölgeler arası kalkınmışlık farklarını ortadan kaldırmayı hedefleyen politikaların başarısının ilanıdır. Rapora göre 44 il ortalamanın altında negatif seyretmektedir. İstanbul ile Ağrı arasında ortaya çıkan uçurum yıllardır uygulanan bölgesel kalkınma politikalarının sonuç üretmediğini aksine eşitsizliklerin derinleştiğini göstermektedir. Geri kalmış bölgeler için %70, 80, 90 civarında olarak uygulanan yatırım teşvik indirimleri tek tip ve %60 olarak güncellenmiştir. Eşitlik adı altındaki bu görüntü bölgesel adaleti zedelemiş ve sonuç iller arasındaki kalkınma farkının kalıcı hâle gelmesi olmuştur, olacaktır” açıklamasında bulundu.

 

“ÇİFTÇİYE, EMEKLİYE, ASGARİ ÜCRETLİYE ÖDENEMEYEN PARANIN DA NEREYE GİDİLMESİ AÇIKÇA ORTAYA KONULMALI”

Elektrik ve doğal gaz faturalarında yer alan söylemi belirten Ekmen, “Tarım Kanunu'na göre bu bütçede çiftçiye en az 770 milyar lira verilmesi gerekirken ayrılan pay 168 milyardır. Tarım sektörünün millî gelir içindeki bu payı en az üretim kadar önemli bir sinyaldir. Yirmi üç senede %11,5'ten yüzde 6'ya düşmüştür. Su ve gıda savaşlarının dünyayı beklediği bir yerde, bir kavşakta tarım resmen bitirilmiştir. Türkiye, 800 milyon dolarla ABD'den sonra dünyanın en büyük ikinci sığır ithalatçısı ülke durumuna düşürülmüştür. Çiftçiyi ithalat lobilerine mahkûm eden bu anlayış aynı zamanda gıda güvenliğimizi de tehlikeye atmaktadır. Çiftçiye destek verilmezken faize 3 trilyon lira ayrılmıştır. Bu yıl hazineden enerjiye verilen destekler azalacak, bu da orta direğin faturasının kabaracağı anlamına geliyor. Elektrik ve doğal gaz faturaları bir süredir şöyle bir cümle ekleniyor: ‘Bu faturanın şu kadarını devlet ödemektedir.’ Gelin aynı uyarıyı emekli ve asgari ücretli için de yapalım. Her ayın 15'inde emekliye, asgari ücretliye şöyle bir mesaj gitsin: ‘Size ödememiz gereken ücretin yarısını faizcilere ve tefecilere, davetiyeli ihalelere, müteahhitlere ve garanti ödemelere ayırdığımız için size ancak bu kadarını ayırıyoruz, özür dileriz.’ denilsin. Küçük bir sübvansiyon her faturada gözümüzün önüne sokuluyorsa çiftçiye, emekliye, asgari ücretliye ödenemeyen paranın da nereye gidilmesi açıkça ortaya konulmalıdır” dedi.

 

“OKULLARDA PEÇETE VE SABUNU VELİLER SAĞLAMAKTA, GÜVENLİK SAĞLANAMADIĞI İÇİN TORBACILAR OKULLARIN DÖRT BİR YANINI KUŞATMIŞTIR”

Ekmen, okulların durumuna ve çocuk yoksulluğuna değinerek, “Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının bütçesi bu yıl %6'dan %2,5'a düşecektir ve bu faiz ödemelerinin altıda 1'i anlamına gelmektedir. Sosyal güvenlik, sosyal yardım hizmetlerine ayrılan bütçedeki artış %17'dir oysa açık artışı %40'tır ve bunun çok altındadır. Emeklinin ve dar gelirlinin sağlık ve sosyal güvenlik şemsiyesinden daha az yararlanacağı, devletin vatandaşını sosyal risklere karşı daha korumasız bırakacağı bir yıl bizi bekliyor demektir. Eğitim bütçesi 1,9 trilyondur güya çok büyük bir rakam ama bunun %85'i sadece personel maaşlarına gitmektedir. Okullarda bırakınız fiziksel iyileştirmeyi, laboratuvar kurmayı; temizlik için peçete ve sabunu veliler sağlamakta, güvenlik ise sağlanamadığı için torbacılar okulların dört bir yanını kuşatmış durumdadır, okullarda çeteler almış başını gitmektedir. OECD ülkeleri öğrenci başına 12 bin dolar harcıyorken Türkiye'de bu rakam 4 bin dolarda kalmıştır ve maalesef, Türkiye'de her 5 öğrenciden 1'isi yeteri kadar geliri olmadığı için haftada en az bir gün öğün yiyememektedir; çocuklarımız okullarda açlıktan bayılırken faizciler, tefeciler, müteahhitler, garanti ödemeciler gelirlerini katlayarak büyütmektedir” açıklamasında bulundu.

 

“BÜTÇE SAĞLIK HİZMETLERİNDEN ZİYADE, KAMU KAYNAKLARIYLA FİNANSE EDİLEN ŞİRKETLERİN BÜTÇESİNE DÖNÜŞTÜRÜLMÜŞTÜR”

Sağlık sorununa dikkat çeken Ekmen, “Sağlık ödemeleri toplam faiz ödemesinin tam olarak sekizde 1'idir. Devlet hastanelerinde MR ve tomografi için aylarca beklenirken, şanslı vatandaşların tedavi süresi dünya ortalamasının çok altındaki dakikalarla ölçülüyor. Kanayan yaramız personel yetersizliğidir. ‘Giderlerse gitsinler.’ diye bütün doktorlarımızı Avrupa'ya kovaladık; orada kuryecilik, kebapçılık yapıyorlar. Bugün dünyada doktor sıralamasında 66'ncı sıradayız ve Arnavutluk'tan bile gerideyiz. Şehir hastanelerine ödenen kira bedelleri bütçeyi yutarken temel sağlık hizmetlerine erişim her geçen gün zorlaşmaktadır. Enflasyon, kur artışı ve hastane garantileriyle şişen KÖİ ödemeleri bütçe disiplinini bozan en öncül kalemlerden biri hâline gelmiştir. Hastaneler boş da olsa dolu da olsa şirketlere garanti ödemeleri yapılmakta ve şirketler sıfır riskle, yüksek getirilerle ihya edilmektedir. Bütçe sağlık hizmetlerinden çok kamu kaynaklarıyla finanse edilen şirketlerin bütçesine dönüştürülmüştür. Şehir hastanelerine para ödenirken aile hekimliği, koruyucu sağlık hizmetleri, kamu hastanelerinin bakım, onarım ve personel ihtiyaçları ise maalesef yoklukla cebelleşmektedir ve her geçen gün daraltılmaktadır. Sağlık çalışanlarının özlük hakları, randevu krizleri ve temel sağlık hizmetlerindeki aksaklıklar ise bir başka ciddi sorundur” dedi.

 

“GARANTİ ÖDEMELERİNE AYRILAN PARAYI AYIRDIĞIMIZDA, BU YIL ULAŞTIRMA ALTYAPISINDA BİR YATIRIM YAPILMAYACAĞI ORTAYA ÇIKACAKTIR”

Ekmen, “Ulaştırma Bakanlığına ayrılan bütçe ise sadece %9'dur, bütçe artışı ortalamanın altındadır ve garanti ödemelerine ayrılan parayı ayırdığımızda, bu yıl ulaştırma altyapısında bir yatırım yapılmayacağı ortaya çıkacaktır. 2013'te temeli atılan Ankara-İzmir Hızlı Tren Projesi ise on iki yıl sonra sadece %18 oranında gerçekleşmiştir. Yapay zekâya geçilen bir çağda henüz biz internet hızını ve internet çağını bile yakalayamamış bir durumdayız. Karayolları bütçesinin dörtte 1'i yol yapımına değil, garanti ödemeli müteahhitlere ayrılmıştır ve KÖİ'ler de yani garanti ödemeli programlar da tıpkı kur koruma gibi servet transferinin bir ismi olmuştur” açıklamasında bulundu.

 

“TÜRKİYE’NİN ADALET, GÜVEN VE AKIL TEMELLİ YÖNETİME DÖNMESİ GEREKİYOR”

Türkiye’nin geçmiş dönemindeki ekonomi başarısını hatırlatarak sözlerini tamamlayan Ekmen, “Bu bütçe emekliyi yok sayan, asgari ücretliyi ezen, çiftçiyi toprağa küstüren, gençleri ülkeden kaçıran bir bütçedir; bu bütçede akıl, bilim, adalet yoktur; milyarlarca dolar faize gömülmüştür ve vatandaş ağır enflasyon altında ezilmeye devam etmektedir. Hukukun üstünlüğünü, liyakati esas alan, üretim ve hakça paylaşımı merkeze koyan bir ekonomi söz konusu değildir. Milletimiz bu savurganlığı, bu adaletsizliği ve bu beceriksizliği ilk seçimlerde cezalandıracak ve layık olduğu şekilde yönetileceği kadroları işbaşına getirecektir. Sayın Bakanlara -şu anda burada olmayan Sayın Cevdet Yılmaz, Sayın Mehmet Şimşek- bir konuyu hatırlatmak istiyorum: geleneksel Doğu tıbbında vücuda sağlıklı günleri hatırlatmak bir tedavi yöntemidir, hücreler o sağlıklı günleri hatırladığında tekrar kendini onaracağı kabul edilmektedir. İki Bakanımıza 2004 ve 2008 yılları hatırlatmak istiyorum. 2003 TÜFE enflasyonu %18,4 iken 2004'te asgari ücrete %37,5 zam yapılmıştır; tam olarak enflasyonun 2 katı. 2005 yılında ise enflasyon %7,7'ye düşmüştür. 2008 yılında ise enflasyon %10,1 iken %19,8 yani bir daha enflasyonun 2 katı zam yapılmıştır ve o yıllarda her yıl temmuz ayında güncelleme yapılmıştır. Demek ki asgari ücret artışı iddia edildiği gibi enflasyon artışına sebebiyet vermiyormuş; asgari ücret artışı ekonomik dengeleri bozmuyormuş. Ne zaman? Ülke yönetimini ve ekosistemini düzgün kurgulayıp çalıştırdığınız zaman. Bunu yapabilecek bir irade bugün ortaya çıkarsa hemen başlangıçta üç adım yeter: Bir, ehliyetli, liyakatli ve güçlü kadrolar; iki, yolsuzluk ve gösteriş sarmalından çıkış; üç, hukuk, adalet ve özgürlükleri merkeze alan bir yönetim anlayışına geçiş. Ülkenin kaderi hiç kimseye, özellikle tek başına bir kişiye bağlı olamaz. AK Parti'nin kuruluş yıllarına gittiğimizde o zamanki kadrolara, o zamanın siyaset ve bürokrasi kalitesine, partinin ağır isimlerine, parti ve devlet yönetiminde oluşturulan dengeye baktığımızda o zamanlarda nasıl bu kadar düşük faiz ödendiğini ve nasıl enflasyonun tam 2 katı oranında asgari ücrete zam yapıldığını anlayacaksınız. O dönemde yakalanan görece refah ortamı tesadüf değildir. Hukukun üstünlüğü, güçlü kurumlar ve ehliyetli ve liyakatli kadrolarla yaşanan bir başarıdır. Bugün ise sorunumuz hukuktan uzaklaşma, kuralsızlık, keyfîlik, iş bilmezlik ve neme lazımcılıktır. Türkiye'nin yeniden adil, öngörülebilir ve kapsayıcı bir ekonomik düzene kavuşabilmesi için geçmişte işe yaradığı defalarca kanıtlanmış adalet, güven ve akıl eksenli yönetime geçmesi gerekiyor” dedi.